Röportaj: Simay Engür
Fotoğraf: Nurdan Usta
Gizem Parlak
Güzellik ideallerinin baştan yazıldığı bu günlerde Gizem Barlak, klişe model algısını alaşağı eden sıkı örneklerden. “Artık tek meslekli değiliz. Multifonksiyonel kişilere dönüşüyoruz” derken, bu düşüncesini modelliğin yanı sıra Dip dizisindeki oyunculuğuyla da destekliyor. Bunların dışında o bir yoga aşığı. Söylediğine göre deliliği yaşatarak, bugünün Gizem’ini yaratıyor!
Model olarak neyi farklı yapıyorsunuz? Sizi siz yapan özellikleriniz neler?
Kendime bir yol çizdim ben ve bu yolda kendimi, klişe model algısından uzaklaştırdım. Herkesin dediğini dinleyip kendi bildiğimi yaptım. Hala da öyle. Saç rengimi problem ettiler, mutluydum halimden. Bütün renklerde gezdim. Cesurluk olarak bile görmediğim bir şey, insanlar tarafından delilik sanıldı. Doğrudur. Aynada kendimize baktığımızda duyduğumuz mutluluk bütün hayatımızı etkileyebiliyor. O deliliği yaşatarak bugünün Gizem´ini yaratıyorum.
Karl Lagerfeld sizi takip ediyor. Nereden tanışıyorsunuz?
Tanışmıyoruz maalesef. Belki, bir gün…
Yurt dışında birlikte çalışmak istediğiniz bir marka var mı?
Global bir markayla çalışmak, onların çekim disiplinlerine şahit olma ve farklı bir atmosfer deneyimleme şansını verir. Bu sebeple, Lagerfeld ile çalışmayı çok isterim.
Bu sektörde havalı olmakla, karikatür olmak arasında ince bir çizgi var. Moda sektöründe sizi en çok güldüren insan tipi hangisi?
Kaypak, kaygan ve kumaşı kötü olanlar.
Biyografik bir filminiz yapılsa, sizi kim oynardı?
Marion Cotillard.
Gardırobunuzdaki en değerli parça ne?
Annemin 70’lerden kalma CK denim ceketi var. Bahar gelse de giysem diye bekliyorum.
Bahar mevsimiyle birlikte gardırobunuza ekleyeceğiniz üç kilit parçayı öğrenebilir miyiz?
Çiçekli elbise, çizgili tişört ve tabii ki sneakers!
Sizce bu sezon en çok neler göreceğiz?
Marin trendinin, modernleştirilerek flulaşmış halini her alanda göreceğiz. Yani çizgiler bizimle! Yine doğaya dönüş akımı, yine bize eşlik ediyor. Buna bağlı olarak da, hem kıyafetlerde hem de tüm aksesuar gruplarında lüks materyalleri az işlenmiş haliyle göreceğiz. Hem kıyafetlerde hem de tüm aksesuar gruplarında.
Çok istediğiniz halde neyi hala başaramadınız ve ileride kendinizi nerede görmek istiyorsunuz?
Çok istediğim fakat hala harekete geçmediğim şeyler var. İleride, hareketten yorgun düşmüş bir şekilde görmek istiyorum kendimi!
Selen Akyüz
Sisteme başkaldırısını moda ve sanat birlikteliğiyle ifade eden gençlerin sıkı temsilcilerinden Selen Akyüz, Milano’da erkek giyim üzerine yüksek lisansını tamamladıktan sonra, kendisiyle aynı ismi taşıyan markasını henüz yeni kurdu. Onun tasarımlarında Freddie Mercury, Quentin Tarantino gibi birçok isimden yansıma görmek mümkün ama onun tavrında aykırı olan neredeyse tüm tasarımlarında aynı zamanda Türk el sanatlarından da ilham alıyor olması!
Erkek giyim klişelerinden genel olarak uzak, cesur, genç ve tarz sahibi bir marka sizinki. Kendi adınızla bir marka yaratma fikri nasıl doğdu?
Milano’da master yaptığım ve çalıştığım dönemlerde eğitmenlerim ve meslektaşlarım bana sürekli Ay Tanrıçası anlamına da gelen Selena diye hitap ediyorlardı; çünkü adımı telaffuz etmek onlar için daha karmaşıktı. O günlerde “Bir gün dünyaya açılırsam, ismimi herkese telaffuz ettireceğim” diye söz vermiştim kendime. Bu sebeple markamın ismi, kendi adımla aynı. Bir gün bütün dünyaya telaffuz ettirebilmek için!
Selen Akyüz markasıyla neyi hedefliyorsunuz?
Şu an için hedeflediğim ilk şey, özellikle Türkiye’de Türk bir tasarımcı olarak erkek giyim ve modasına yön vermek ve giyimine önem veren, kimliğini modayı kullanarak gösteren tüm erkeklerin dolabına Selen Akyüz koleksiyonundan bir parça sokabilmek. Aynı zamanda koleksiyonlarımı uluslararası platformlara da taşımak istiyorum.
Bir kıyafeti ‘Selen Akyüz tasarımı’ yapan özellikler sizce neler? Neyi farklı yapıyorsunuz?
Koleksiyonların geneli bir bütün, her parça kendini bir diğer parçayla tamamlıyor. Ayrıca her bir parça, yaşayan gerçek karakterlerin izlerini taşıyor. Koleksiyonu kurgularken, styling kısmını da kurguluyorum; dolasıyla tek tek güzel olan parçalar bir arada daha güçlü görünüyor. Bu sebeple satın alanlar genellikle komple look’u giymeyi tercih ediyorlar. Teknik olarak bahsedecek olursam da, kalıplarımı kendim yaptığım için tasarımların fitleri piyasada bulunan ürünlerden çok farklı ve ayırt edilebilir.
David Bowie’den de ilham alıyormuşsunuz…
Öncelikle şunu söylemeliyim; Londra’daki bakış açısından çok etkileniyorum çünkü onlar her zaman başkaldırabilmişler! Giydikleriyle, yedikleriyle, içtikleriyle kendileri gibi olmayı başarabilmişler. David Bowie’yi de inanılmaz seviyorum. Master yaparken bir tezim Bowie’nin dönemleriyle alakalıydı. Mesela Zeki Müren de aynı şekilde! Çok kült ve önemli bir isim; çünkü inanılmaz kostümleri var. O da David Bowie gibi, hatta belki ondan daha da güzel! Tüm bunlar, tasarım sürecinde yarattığım karakterlere yansıyor.
Tasarımınızın içindeki bir erkek, dünyaya nasıl bakar?
Benim koleksiyonlarımı taşıyan erkekler, hayalimdeki karakterler olmaktan çıkıp gerçek kimliklere dönüşüyorlar ve aynı oranda kendilerini daha özgür, özgüvenli ve cesur hissediyorlar.
Gardırobunuzdaki en değerli parça ne?
Maison Martin Margiela’ya ait oversize beyaz gömleğim ve bir de şu sıralar vazgeçilmezim Balenciaga Triple S sneakers’larım.
Bu sezonun en gözde trendi sizce ne?
Erkek giyimde sezona relaxed fit diye tabir ettiğimiz, rahat kesimler, spor giyimle birleştirilmiş hibrit ceketler ve pamuklu kumaşlardan üretilmiş günlük, üniforma tarzı takımlar hakim. Ayrıca düz kumaşlar, yerini daha dokulu kumaşlara bırakıyor. En büyük trend ise, komple aynı tonlardan ve kumaşlardan oluşan renkli şort ve kısa kollu gömlekler olacak diyebilirim.
Şu an koleksiyon hazırlığında mısınız? Bizi nasıl bir koleksiyon bekliyor?
Tabii ki de! Under Pressure ve Rugs’N’roll koleksiyonlarım çok beğenildi ve insanlar artık tarzımı benimsedi. Aynı rock’n roll çizgisini koruyacağım; çünkü bu benim ruhum. Fakat bu sefer karakterlerim daha da cesur, gösterişli ve özgüvenli. Sizi çok daha iyi bir koleksiyon bekliyor diyebilirim.
Anıl Can
“Anıl Can kimdir?” diye başlayan röportaja, “Birine kim olduğunu sormak fazla iddialı, kim olduğumu geçelim ve ne işler yaptığıma bakalım” diyecek kadar işkolik bir tavrı var. Çünkü o hem sayısız styling çalışmasının altından çıkan, hem de Mabel Matiz’in son iki klibinin yönetmenliğiyle sıkıcı işlerin üstünden geçen bir isim. Yerden yüksek yaratıcılığıyla Anıl Can, bambaşka işlerin adamı.
Bir moda çekiminde sizi siz yapan özellikleriniz neler? Neyi farklı yapıyorsunuz?
İş ne olursa olsun, hevesle ve ful eforla içine giriyorum o dünyanın. Kolları sıvıyorum ve kirlenmekten korkmuyorum. Yeteneğinize inanıyorsanız, bunun için harcadığınız çabanın meyvesini kesin alırsınız. Bu inanç, orijinal olmaktan korkmama lüksünü sağlıyor. Kısaca şöyle diyebiliriz: Bir işi ben yaptıysam, başka kimse daha önce öyle bir şey yapmamıştır!
‘Ya bu işler ne?’ klibi oldukça farklı bir işti ama çok beğenildi. Şimdi de ‘Öyle Kolaysa’ klibi çok konuşuluyor. Bu kez mesajınız neydi, ne anlatmaya çalıştınız?
Çektiğimiz klipler hakkında, en çok sarf edilen sözcüklerden biri: Mesaj. Tekdüze işlerle tüketiciyi öyle köreltmişiz ki, insanlar farklı olanı gördüğünde heyecan duyuyor! ‘Öyle Kolaysa’nın da ‘Ya bu işler ne?’ klibindeki gibi pek çok mesaj içerdiğini söyleyebilirim. Bunların ne olduğunu açıklamak yerine izleyiciye bırakmayı sevenlerdenim; çünkü herkes başka bir noktadan yakalıyor nüansları. Sosyal medyadaki yorumlarıyla tez çatıştıran izleyicileri gördüğümde keyifleniyorum. “Tamam, oldu bu!” diyorum.
Nelerden ilham alıyorsunuz?
Tereciye tere satmama durumunu özümsemiş durumdayım. Bu yüzden ilham panomda her zaman bizden bir şeyler de var. Anadolu var, geleneksel sanatlar var. Bunun yanında dünyanın dört bir yanından takip ettiğim, bayıldığım, yaratan ve yaratmaktan haz duyan artistler var. İyi ki de varlar. Onların bir ürününden olmasa da, yaratma arzularından ve zekalarından ilham alıyorum. Bu anlamda Mabel’den ve sanatından çok fazla besleniyorum. Panonun geri kalanındaysa, 28 yıllık bir bilinçaltı var. Hayatımın ilhamı ise annemdir! Güçlü ve azimli olmayı ondan öğrendim.
Yurt dışında birlikte çalışmak istediğiniz marka veya ünlü birileri var mı?
Daha önce bir sosyal medya projesi için Gucci ile çalışma fırsatım oldu. Proje sonunda belki yine bir araya gelebileceğimizden bahsettik, oldukça heyecan vericiydi. Bunun dışında underground isimleri giydirmekten hoşlanabilirim; çünkü stillerinde daha özgür olabilen insanlar beni heyecanlandırıyor. M.I.A, Oscar and The Wolf gibi isimler bunlar. Tabii ki Madonna’ya da hayır demem! Yaşasaydı Zeki Müren’le çalışabilmek için kapısında yatabilirdim.
Bu sektörde havalı olmakla, karikatür olmak arasında ince bir çizgi var. Moda sektöründe sizi en çok güldüren insan tipi hangisi?
İnsanların imajlarına pek gülmem, saygı duymaya çabalıyorum. En komik duruma düştükleri an bence egolarına yenik düştükleri an. Daha doğrusu yenik düşmedikleri bir an bile olmayan tiplere zaten sanıyorum herkes gülüyor. İmajları da ruhlarıyla aynı çiğlikte.
Biyografik bir filminiz yapılsa, sizi kim oynardı?
Gonca Vuslateri.
Gardırobunuzdaki en değerli parça ne?
Deri ceket hastasıyım. 90’larda yapıldığını düşündüğüm, vintage bir biker deri ceketim var; kendisiyle aşk yaşıyoruz! Eskidikçe güzelleşiyor.
Bahar mevsimiyle birlikte gardırobunuza ekleyeceğiniz üç kilit parçayı söyleyebilir misiniz?
Benim kilit parçalarım pek değişmez. Basic beyaz tişört, deri pantolon ve Dr. Martens botlar. Her sezon gardırobuma yenilerini ekliyorum.