Yazı: Simay Engür
Kraliçe I. Elizabeth’in ayaklarının ıslanmasını önleyen kurtarıcı rolünden, süper kahramanların imgesel gücüne ve oradan da gardıroplarımızı kanatlandırmaya uzanan yolculuğuna bakılırsa pelerinler, dönemler boyunca bir görünüp bir kayboldu ve bir türlü ceketin birincil işlevinden nasiplenemedi belki de. Ancak bu sezon nadir yükselişlerinden birisine tanık oluyoruz. Tarihte bilinen ilk pelerinler birçok kıyafetin kaderinde olduğu gibi savaşçıların ve askerlerin kahramanlık öykülerine hareket katıyordu. 17’nci yüzyıldan itibarense önlenemez bir şekilde aristokrat sınıfına mensup erkeklerin sırtını sıvazlamaya başladılar. Özellikle Büyük Britanya’da dantelli, fiyonklu ve son derece efemine diyebileceğimiz aristokrat erkekler tarafından benimsendiler. Toplumda yüksek bir duruşa sirayet eden pelerinler, Kraliçe Viktoria’nın tahta çıkmasıyla yavaş yavaş kadınların mahcubiyet perdesine dönüşmeye başladı. Bu dönemde kadınlar, özellikle kırmızıya doygun ve parlak tonlardaki pelerinleriyle dönemin hassas kavramı ahlak ve saygınlık arasındaki çizgiye bilerek ya da bilmeyerek atıfta bulunuyorlardı. Kadınlık, toplum vicdanı ve pelerin arasındaki bağ yalnızca Victoria Dönemi’nin baskı ortamında değil; edebiyatta da varlığını sürdürdü. Neden derseniz, Little Red Riding Hood (Kırmızı Başlıklı Kız) masalındaki kırmızı pelerin; kadınlığa geçişin metaforu olarak kullanıldı. Öyle ki son dönemin en başarılı feminist manifestolarından The Handmaid’s Tale dizisindeki distopyada da baskı altındaki kadınlar, yine kırmızı pelerinleriyle karşımızdaydı. Tarih boyunca pelerinin toplumsal cinsiyet rollerine, opera sahnelerindeki teatral şovlara ve hatta militan güçlere eşlik ettiğini söylemek mümkün. Her ne kadar farklı kültürlerde, bambaşka siluetlerde ve işlevlerde varlığını korumayı başarsalar da; modanın hedonist rüyasına girmeleri pek kolay olmadı. Moda ve pelerin arasındaki ilk dirimsel bağ ise; Fransız moda tasarımcısı Paul Poiret’in oryantalist tasarımlarında hayat buldu. Poiret vizyonuyla yoğurulan pelerinler, yavaş yavaş yeni bir stil ifadesine dönüşmeye başlayacaktı. Bu yeni bakış açısında, pelerinin asıl yükselişiyse Caz Çağı’nda alarm verdi.
The Handmaid’s Tale dizisindeki distopyada da baskı altındaki kadınlar, yine kırmızı pelerinleriyle karşımızdaydı.
Caz doğarken
1920’lerde dans kulüplerine akın eden caz çağı kelebekleri, kıyafetlerini sürpriz bir manevrayla göstermeden önce kozalarıyla, yani pelerinleriyle geceye karışıyorlardı. Pelerin hala şıklığın anahtarı değildi; ancak kadınlar gösterişli elbiselerini korumak ve hatta bir süreliğine gizlemek için pelerinin ergonomik ışıltısından faydalanıyordu. Kimi erkeklerse bastonları, uzun şapkaları ve siyah pelerinleriyle kadınlara eşlik ediyordu. 30’lardaysa pelerinlerin makus talihi geri geldi. Bu dönemde patlayan Dracula filmiyle birlikte, pelerine bakış yine kostüm sıfatıyla sınırlandırıldı. Gündelik hayatla ilişkisi zedelenen pelerin, yine modanın yedek kulübesine gönderildi.
Paul poiret vizyonuyla yoğurulan pelerinler, yavaş yavaş yeni bir stil ifadesine dönüşmeye başladı.
Jackie Kennedy, John F. Kennedy/1961
Grace Jones/1977
Elvis presley/1973
Eyfel’den diskoya kaçış
50’lere kadar pelerinler bir süre daha görünmezlik gücünü kullandı; ta ki Paris Couture evlerinde tekrar gündeme gelene dek. Boyları bir tık kısaltılarak yeni bir form kazandırılan pelerinler, dönem kadınlarının elbisesini koruyan en şık kıyafetlerden birine dönüştürüldü. Pelerinler ilk kez neredeyse tüvit ceketi tahtından edecek popülerliğiyle, parizyen tarzın doğrudan göstergesi oldu ve moda sahnesinde hegemonyasını ilan etti. Elbette ki Fransız modasının ekseninde gezen Hollywood’da da durum aynıydı; pelerinler film yıldızlarını kanatlandırmaya başladı. 60’lara gelindiğindeyse fütürizm akımından beslenen filmlerle yine kahramanca bir boyut kazandılar; Jane Fonda’nın başrolünde oynadığı 1968 yapımı Barbarella filminde olduğu gibi… Disko topunu havada gördüğümüz çılgın 70’lerdeyse, tıpkı Caz Çağı’na benzer bir işlevleri vardı: Gece kıyafetlerini bir zırh gibi sarıp sarmalamak. Bu yıllarda pop müziğin tanrısı Elvis Presley ve diskonun yıldızı Grace Jones pelerini şovlarından eksik etmedi. Aynı yıllarda modern saraylı diyebileceğimiz sınıfın ikonik temsilcisi Jackie Kennedy davetlerde giydiği pelerinleriyle otoritesini kamçıladı. Jane Birkin’se sepeti ve siyah pelerinli ikonik tarzıyla çağdaş bir Kırmızı Başlıklı Kız masalı yaratıyordu. Birkin’in tarzı sokağın dinamizmine uygundu ve çok iyi bildiğimiz haliyle, günümüze en yakın pelerin yorumuydu.
New York/1923
Dracula/1931
Paris/1926
Podyum kahramanları
Pelerinler zamansızlığını her daim korusa da; günümüz trendlerine tam anlamıyla dönüşleri Burberry’nin 2015-2016 Sonbahar/Kış Koleksiyonu’yla gerçekleşiyor. Pelerin ve 70’lerin patchwork’leri üzerine kurulu bir koleksiyon hikayesinin ardından 78 adet pelerinle defilenin kapanışı yapılıyor. Bugünün kraliyet cephesindeyse pelerin, sarayın otoritesini temsil eden varlığını hala koruyor. Öyle ki Hem Sussex Düşesi Meghan Markle hem de Cambridge Düşesi Kate Middleton kraliyet pelerinlerinin modernize edilmiş versiyonlarıyla karşımıza çıkıyor. 2019-2020 Sonbahar/Kış defilelerindeyse Chanel’in meşhur tüvit ceketi, yerini tüvit pelerinlere bırakırken, Marc Jacobs’ta pelerinler orman kanunlardan ilhamla leopar desenlerle, Oscar de la Renta’da özgür ruhlu renklerle, Chloe ve Celine’deyse minimal formlarla buluşuyor. Bu sezon ceketleri ekarte eden, bu kahramanca takım çalışmasına katılmak için geç kalmayın!
Burberry
Kate Middleton
Oscar De La Renta
Chanel
Marc Jacobs